Farah Yurdözü, “Göbeklitepe Yıldız Gözlemevi Olabilir”

Türkiye’nin ilk kadın Ufoloji Uzmanı Farah Yurdözü İle Göbeklitepe’yi konuştuk. La Recolte Du Monde Dergisi’ne özel bir röportaj veren Yurdözü, “Göbeklitepe gizemini koruyor.” Biz sadece bilgi birikimimiz ve araştırmalarımız çerçevesinde fikir yürütebilir ve dayanaklı tahinlerde bulunabiliriz.

Bu tahminlerden bir kısmı Astronomi üzerine:  Yani uzmanlar diyorlar ki; “Göbeklitepe, Astronomi Gözlem Evi idi.” Daha ayrıntılı bir cevap vermek gerekirse, Göbeklitepe’den Sirius Takım Yıldızı izleniyordu. Çünkü burayı inşa edenler Sirius’a tapınıyorlardı. Dolayısıyla da hayatlarını bu gezegenin hareketleri üzerine kurmuşlardı.” dedi.

Ufolar, paranormal aktiviteler, yazılı olmayan tarih vb. konulara ilginiz ne zaman başladı?

Spritüal konular, ruhçuluk ile ilgili aile büyüklerimiz vardı. Bu alanda konuşmaların, çalışmaların olduğu bir ortamda büyüyünce ben de etkilendim, merak duydum ve çok sevdim. Zaten her şey sevmekle başlıyor.

Aynı şey İspanyol Dili ve Edebiyatı için de geçerli. O nedenle hayatımda bir tarafta öğretmenlik ve diğer tarafta ise öğrencilik hep oldu. Spiritüalizm ve ruhçuluk konusunda hala öğrenciyim. Ve bu konularda öğrencilik hiçbir zaman bitmez.

Ufoloji Uzmanı Farah YURDÖZÜ

Bu konular ve uğraşılar korkutmuyor mu sizi?

Hayır, asla. Çünkü spiritüalizm, ruhçuluk, paranormal vb. konular insan hayatına çözüm getirmek için var. Dünyada korkulacak çok daha başka şeyler var. Bugün herhangi bir gazeteyi ya da haber kanalını açtığınızda, dünyada insan eliyle gelişen olaylar o kadar korkutucu ki; asıl tehlikeyi bunlar oluşturuyor.

Yoksa UFO’lardan ya da ruhsal varlıklardan gelecek bir tehlike yok. “Bir tehlike yok ve hatta bir öğrenme süreci var!”

Göbeklitepe sizce neden inşa edildi? Görevi ne idi?  Ve neden kapatıldı?

Ben dahil olmak üzere, Göbeklitepe’yi inceleyen tüm araştırmacılar bu soruyu kendisine soruyor. Henüz net bir cevap bulunamadı. “Göbeklitepe gizemini koruyor.” Biz sadece bilgi birikimimiz ve araştırmalarımız çerçevesinde fikir yürütebilir ve dayanaklı tahinlerde bulunabiliriz.

Bu tahminlerden bir kısmı Astronomi temelli:  Yani uzmanlar diyorlar ki; “Göbeklitepe, Astronomi Gözlem Evi idi.” Daha ayrıntılı bir cevap vermek gerekirse, Göbeklitepe’de Sirius Takım Yıldızı izleniyordu. Çünkü burayı inşa edenler Sirius’a tapınıyorlardı. Dolayısıyla da hayatlarını bu gezegenin hareketleri üzerine kurmuşlardı.

Daha sonraki bir tarihte insanlık, Mısır’daki Piramitlerin yapımında aynı çıkarımda bulunmuştur.

Göbeklitepe toprak üstüne çıkarıldığında;  pek çok araştırmacının birleştiği nokta; “Göbeklitepe bir tapınma alanı idi.”  

Ancak, neye tapmak için yapılmıştı: Yaratıcıya mı, yoksa doğanın gücüne mi, yoksa evrene mi?

Arkeologlar ve tarihçiler buna net bir cevap henüz veremiyor.

Şayet bir tapınma alanı ise; o çağın insanının tapınacak bir idole, bir inanç sistemine ihtiyacı olmalı. Çanaksız- Çömleksiz Neolitik Çağda yaşayan insanlardan bahsediyoruz: Arkeolojiye göre; insan, henüz tabak, çanak, çömlek, kase, sürahi yapmayı bilmiyor; taş devri koşullarında mağaralarda yaşıyorlar.

Tarım yapılmıyor; yerleşik hayata geçişmemiş, hayvanlar evcilleştirilmemiş, tekerlek dahi bulunmamış.

Nasıl oluyor da insan; bir tapınağa ihtiyaç duyuyor ve inşa ediyor?

Normal şartlarda insanın önce yiyecek, barınma, güvende olma gibi temel ihtiyaçlarına çözüm araması gerekiyor. Sonra bir dine ihtiyaç duyması gerekirdi. Ama Göbeklitepe’den anlıyoruz ki, öyle olmadı.

Yani süreç tam tersi yönde işlemiş; Tarihçilere göre; taş devri insanları birden ibadet ve tapınma fikrini ortaya attı! Burada ciddi bir çelişki olduğu görüşündeyim. “Çanak çömlek dahi yapamayan insanoğlu, nasıl böyle bir yapı kompleksini  inanç düşüncesi çerçevesinde inşa etme kararı alabilir ki!”

Daha da öteye gidersek; Göbeklitepe’deki taş devrine ait kompleksin sadece bir bölümü ortaya çıkarıldı. Radar tespitlerine göre, toprak altından çıkarılmayı bekleyen daha çok tapınak kompleksi var. Bu yapılarda tekrarlanan bir mimari görüyoruz: Dairesel ya da spiral şeklinde tanımlayabileceğimiz taştan duvarlar içerisinde, sayıları 12 ila 14 arasında tek parça halinde oyulmuş ve tonlarca kilo ağırlığında, T harfi formunda sütunlar ve bu sütunların üzerinde bir takım semboller ile 3 boyutlu rölyefler bulunuyor.

Bundan hareketle diyebiliriz ki;  Göbeklitepe’de inanılmaz bir heykel sanatına rastlanıyor. Taş devri insanları, çömlekten sürahi yapamıyor ama mimari ve sanat ile yakından ilgili ve hatta şaşırtıcı derecede ustaca ve etkileyici eserler vermişler.

Peki, hemen şu soru akıllara geliyor; bu bilgileri nereden öğrendiler? Onlara bunu kim öğretti?

Göbeklitepe’deki sanatsal yaklaşıma yörede başka yerde rastlanıyor mu?

Urfa Yöresinde bulunan ve Atatürk Barajı altında kalan bir yerleşim yeri var: Nevari Çori. Oradan da çıkarılan heykeller var. Bu heykeller şaşkına çeviriyor. Çok az çizgi kullanılarak anlamlı ifadeler ortaya konuyor. Modern görünüyor. Taşa vurulan birkaç darbe ile veya yontma ile çok derin bir yüz ifadesi verilmiş heykeller var.

Peki, bu eserleri ortaya koyanlar nasıl bir vizyona sahiptiler; Nasıl sanatçılar idi; Nasıl kendilerini böyle ifade ettiler?

Tekrar belirtmek istiyorum: Çanak- çömlek yapmayı bilmiyorlar ancak heykel yontabiliyorlar. Neyi düşündüler? Neye bakarak resmettiler? Bence, Göbeklitepe ve Nevali Çori buluntularının sanat tarihçileri tarafından değerlendirilmesi lazım.

Urfa Adamı Heykeli ile Göbeklitepe arasındaki bağlantı nedir?

Urfa Adamı, Urfa Şehir merkezi’nden çıkarılan yaklaşık 11.500 yaşında olan ve 1 metre 60 santimetre boyu ile -şimdilik bulunmuş-  insan boyutlarındaki en eski heykel olma özelliğini taşıyor.

Yine çanaksız- çömleksiz neolitik döneme ait bu heykeli ne için yaptılar? Dekoratif amaçlı mı idi? Yoksa bu heykel, ileri bir uygarlıktan gelen ve o zamanın insanına bir öğreti veren gelişmiş bir uygarlıktan gelmiş bir ziyaretçiyi mi tasvir ediyordu?

Bir husus daha var: O dönemin insanları mağaralarda yaşıyordu. Ve hatta Şanlı Urfa Müzesi’ne gittiğinizde bir canlandırma yapılmış; saçı sakalı birbirine karışmış ve hayvan postuna sarınmış iki tane mağara adamı, halatlara doladıkları tonlarca ağırlıktaki T sütunları çekiyorlar. Şimdi burada çelişki var: Deniyor ki, Göbeklitepe inşa edildiğinde insanlar tarım yapmaya başlamamıştı.

Peki, tarım yok ise, halat hangi malzemeden ve nasıl yapıldı?

Göbeklitepe’nin bulunduğu arazide ağaç yetişmiyor. Dolayısıyla ağaçlardan, sarmaşıklardan yapıldı, varsayımı ileri sürülse orada bunun için uygun ekolojik şartlar da yok. İkinci olarak; İnsanlar saçı sakalı birbirine karışmış ve gayet ilkel bir fiziksel görüntü ile canlandırılıyor. Oysa Urfa Adamı’nın saçı da sakalı da yok üstelik çift V şeklide tanımlanabilecek modern bir yaka ya da aksesuarı da üzerinde taşıyor. Bu kılık, üniforma veyahut tenis öğretmenlerinin giydiği tişörtlere benziyor. Dolayısıyla ilkel bir insan olmadığını söyleyebiliriz.

Göbeklitepe sütunlarında göbeğin hemen altında birleşen eller (el duruşu) Urfa Adamı’nda da var. Sanki aynı öğretinin davranış olarak tekrarı gibi. Şanlı Urfa Müzesi’nde bu heykellerin çağdaşı ve daha küçük heykellerde var. Ve yine saç ve sakalları yok. Kim olabilirler? Yazılı bir kaynak bırakılmadığı ve sadece sembollere rastlandığı için henüz bunun gizemi de çözülemedi.

Göbeklitepe neden Mö.8000 yılında üstü toprakla örtülerek gömüldü?

Üstü kasıtlı olarak kapatıldı. Yani doğal sebeplerle üstü örtülmedi. Bu zamana kadar bozulmadan gelmiş olmasını da aslında buna borçluyuz. Bana kalırsa kapatılmasındaki nedense; o dönemin insanlarının geride iz bırakmak istememesi idi.

Peki, Göbeklitepe’nin Sabilik gibi ezoterik oluşumlarla bir bağlantısı olabilir mi?

Dolaylı olarak olabilir. Çünkü MÖ. 8000’lerde Göbeklitepe’nin üstü örtülüyor ve inşa edenler bölgeyi terk ediyor Gizemli bir şekilde ortadan kayboluyor. Ve ondan sonra, Harranlı Sabiler tarih sahnesinde görülüyor. Ve onların bugüne kadar gelen bir öğretileri var.

Bence, Göbeklitepe’yi yapanlar ile Harranlı Sabiler arasında bir bağlantı olabilir. Harranlı Sabilerden ayrılan başka kollar da var: Şemsiler, Nusayriler gibi. Tabi öğretinin kökeni hep aynı… Bunlar, gezegenlere ibadet eden ya da astronomi ile yaşamlarını paralel götüren insanlardan oluşuyor. Daha sonraki dönemlerde; astronomik döngüler ile yaşamını planlayan şaman ve pagan topluluklar, toplumlar görüyoruz.

İnsanlık tarımsal üretime geçtikten sonra; hasat zamanı planlama, takvim gibi unsurlar insan yaşamında ortaya çıkmaya başladı. Bence Harranlı sabilerin öğretisinde ve Şamanizm ve Paganizmde  Göbeklitepe’den devralınan bilgi ya da ritüeller olabilir. Harranlı Sabilerin inanç sisteminde aya tapınma ve ay mabetleri var. Ay dışında Satürn, Venüs gibi 7 gezegen için de tapınaklar inşa edilmiş ve her gün bir gezegene bu tapınaklarda ibadet edilmiştir.

Görüyoruz ki; tarımdan inanç sistemine kadar bu toplum astronominin etkisi altında kalmış. Yıldızları gözlemlemişler ve yıldızlar hakkında bilgi sahibi imişler. Ancak o dönem teleskop vb. teknolojiye sahip değiller. O dönemin şartlarında Venüs’ten Satürn’den nasıl haberleri olmuş? Göbeklitepe’den aktarılan bilgiler olabileceği kanaatindeyim.

Bundan 12.000 yıl öncesinin şartları düşünülünce, Göbeklitepe’yi kuranlar ya başka bir uzay sisteminden gelebilir ya da zaman yolcusu olabilirler mi? düşünmek lazım.

Mu Kıtası ile Göbeklitepe arasında bir bağlantı kurulabilir mi?

Evet. Göbeklitepe’deki bazı semboller, Avusturalya’da yaşayan yerli Aborijin Kabilesi’nde de var.

Binlerce kilometre uzakta bulunan bu iki coğrafyada aynı sembollere nasıl rastlanabilir?

Mu Kıtası’nın Pasifik Okyanusunda bulan bir kıta olduğu ve gelişmiş bir medeniye ev sahipliği yaptığı, bin yıllar önce de sular altında kaldığı varsayılıyor. Kıta batarken kurtulanların bir bölümü Asya’ya geliyor. Orta Asya’dan Göbeklitepe’nin bulunduğu bölgeye gelmeleri kolay. Çünkü göç yolu var. Bir bölümü Avusturalya, bir bölümü Yeni Zelanda, bir bölümü Kuzey Amerika ve Güney Amerika’ya gitti. Böylece yine varsayılıyor ki;  bütün bu farklı coğrafyalarda varlık gösterdiler ve dolayısıyla, aynı semboller ve benzer öğretilere rastlanıyor.

Sonuçta: Eğer bu insanlar Mu Kıtası’ndan çıktı ise, bu medeniyet uzaysal bir uygarlık olabilir. Çünkü Sirius Takım Yıldızından gelenler tarafından kurulduğu ileri sürülüyor. -Ki daha doğrusu şöyle de bir şey var: Pek çok kadim uygarlıkta Sirius Takım Yıldızının, Dünyayı koruyan bir etkisi olduğu inanışını görüyoruz. Örn: Antik Mısır’da ya da Afrika bulunan Dogon Kabilesi’nde… Dogonlar çok ilkel bir ortamda yaşıyorlar. Ama diyorlar ki; bizim atalarımız Sirius Yıldızı’ndan geldi ve bizlere bugün vakıf olduğumuz tüm astronomik bilgileri verdi. Ve yine Dogon Kabilesinde bulunan sembollerin birebir aynısını Göbeklitepe’de görmek mümkün. İnsanın aklına şu soru geliyor: “Bu nasıl oluyor?

*Dogonlar Hakkında: Mali’nin orta plato bölgesinde, Batı Afrika’da, Nijer kıvrımının güneyinde, Bandiagara şehrinin yakınında ve Burkina Faso’da yaşayan etnik bir grup. Nüfusları 400.000 ile 800.000 arasındadır.

Yine Kuzey Afrika’da bazı gruplar var: Berberi Tuarekler. Onlardaki sembollerde Göbeklitepe’de var. Sümer tabletlerinde anlatılan Anunakilerin izini de Göbeklitepe’de görüyoruz. Yine Şili’deki Paskalya Adası’nda da dev heykeller var. El duruşları Urfa Adamınınkine benziyor. Özetle; Göbeklitepe’yi çözmek için evrensel düşünmek ve dünya üzerindeki başa uygarlıkları bilmek gerekiyor.

Göbeklitepe döneminde çevre bölgelerde buğday ehlileştirilmiş? Ve Göbeklitepe’de buğday ve arpadan yapılan içki kalıntılarına rastlandı. Bu taş devri çağı düşünülünce nasıl mümkün olmuş olabilir? Bu içecekler ne için içiliyordu?

Aynı durumu biz Güney Amerika Uygarlıklarında da görüyoruz. Mısır çok fazla ekilerek üretiliyor. Güney Amerika Efsanelerinde deniyor ki; Altın bir akbaba indi ve içinden çıkan tanrılar bize mısır tohumunu getirdi.  Belki de o dönemin insan zihninde, uçan cisimleri kuş olarak tasvir etti. Yine belki, mısır bitkisi uzaysal varlıklar tarafından insanlara getirildi.  Göbeklitepe’de buğdayın duyumunu da aynı şekilde yorumlayabiliriz: Güney Amerika’da şamanların “Ayahuasca” denilen bir iksiri var. Bu içki içildiğinde şamanın 3. Gözünün açıldığına ve farklı boyutların görüldüğüne inanılıyor. Benzer amaçla bir iksir, arpa ve buğdaydan Göbeklitepe’de imal edilmiş olabilir.

Ya da sadece yeme- içme amaçlı olarak imal edilmişti. Ancak bunun için de bu yapıların yaşamak amaçlı inşa edilmiş lazım. – Ki orada bir yaşam alanı yok. Dolayısıyla içeceğin bir ritüelin parçası olarak tüketilmesi olasılığı bana daha yerinde geliyor. Savımı güçlendirmek için yine Anadolu’nun kadim medeniyeti Hitit Uygarlığından örnek vermek istiyorum: Hititlerde 85 tane tanrı vardı. Ve onlar da tanrılarına armağanlar sunuyordu. Armağanlardan biri şarap ve ekmekti. Demek ki Hitit Döneminde de şarap vardı. Daha doğrusu o zamanda tanrılar insanlardan hediye olarak şarap istiyordu. Şöyle bir çıkarım da bulunabilir miyiz? O zaman tanrılar yiyip içebilen biyolojik varlıklardı. Belki Hititlerde bu ritüel ne ise Göbeklitepe’de de o idi.

Ayrıca Göbeklitepe’de hayvan kemikleri ve 3 farklı insana ait kafatası parçalarına rastlandı. Bu insanların yaşları 20 ile 30 yaş arasında değişiyordu ve ikisi erkek biri ise kadındı. Bu insanlar ya eceli ile öldüler ya da bir kurban tören ile öldürüldüler.

Göbeklitepe’de bulunan kafatasları ne ifade ediyor?

Göbeklitepe’de bulunan kafataslarında bilinçli olarak açılmış deliklere rastlandı. Bu durumu, dünyada henüz rastlanan en eski beyin ameliyatı olarak yorumlayanlar oldu. Ben beyin ameliyatı yapıldığını düşünmüyorum. Orada kuru kafa kültü olabilir. Şöyle ki; o dönemde insanlar yakınlarını ölümden sonra, ondan ayrılmamak için yaşadıkları yere gömüyor.

Ölümden hemen sonra kafatası gövdeden ayrılarak üzerindeki ve içindeki dokular tamamen temizleniyor. Ve kafatası kemiği çamur ya da kil ile yeniden döşeniyor. Göz yerine cam ya da taş konuyor ve bu şekilde atasının başını kutsal bir obje olarak uygun gördüğü yere asarak saklıyor.

Göbeklitepe’deki yılan sembolizmi ile ilgili görüşlerinizi alabilir miyim?

Güney Avrupa’da, Orta Akdeniz’de yer alan, Sicilya’nın güneyindeki adalar devleti Malta, çok eski bir uygarlığa sahip. Göbeklitepe gibi neolitik dönemden kalma taş yapılar orada da var. Yapının hemen altında da yer altı galerileri bulunuyor. Tabi burası Göbeklitepe’den daha yeni bir dönemde yapılmış. Orada da yılan sembolizmine rastlıyoruz.

Gökyüzünde “yılancı takım yıldızı” vardır. Yılancı burcu diye de tanımlanır. Biliyorsunuz, yılan sembolizmini bugün hala görüyoruz. Örneğin; tıp simgesi, süt dolu kaseye dolanmış bir yılandır. Ya da “Caduceus”  yani Yunan mitolojisinde tanrı Hermes’in altından asasında, dolanmış iki yılana rastlarız.

Yılan çağlar boyu tıp ve şifa sembolü olmuştur. Biz bu sembolü Bergama’da da görüyoruz. Göbeklitepe’de görüyoruz, Malta’da görüyoruz. Acaba, Göbeklitepe’deki ve Malta’daki tapınak olduğunu düşündüğümüz oluşumlar, birer şifahane mi?

Antik Yunan’da Tıp Tanrısı, yılanlı tanrı Asklepion, Bergama’daki şifa tapınaklarında hasta insanları iyileştiriyordu.

*Ophiuchus ya da Yılancı takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Ayrıca, Batlamyus’un listelediği 48 takımyıldızdan biriydi. 13 zodyak takımyıldızından biri olmasına rağmen, zodyak takımyıldızları aralarında bir simgeye sahip olmayan tek takım yıldızdır.

Yılan soyu var mı?

Çeşitli kaynaklardan şöyle geçiyor: Bir zamanlar Dünya üzerinde 2 tür ırk yaşadı. İnsanoğulları ve yılanoğulları. İnsan olmayan ancak insan ile bir dönem aynı yerkürede yaşayan bir soy. Biz de diyoruz ki; bu soy boyutlar arası bir varlık, uzaysal bir varlık ya da bir zaman yolcusu olabilir mi?

Güney Amerika’ya baktığımızda “Yılan Tanrı’dan” bahseder. Hatta daha önce size bahsettiğim şaman iksirini de insanlara öğreten bu yılan tanrılar deniyor. Demek ki yılan tanrılar insanlığa bir şeyler öğretmek için farklı bir boyuttan ya da yerden geliyor. Yılan sembolizmini farklı uygarlıklarda da görüyoruz.

Yılansoyu ile insansoyu tarihte bir dönem birleşmiş olabilir mi?

Hitit Mitolojisi’nde böyle bir birliktelikten net bir şekilde söz eder.  Şöyle ki; iki grup tanrı var. Bir grup tanrı insana benziyor ve diğer grup tanrı ise yılan soyu olarak anılıyor ve yerin altından geliyor. Anlatıya göre; yılansoyundan kralın kızı ile insansoyundan kralın oğlu evleniyor ve ürüyor.

O halde; tahmin edemeyeceğimiz kadar eski bir zamanda dünyada farklı ırkların aktif olarak bir arada olduğu ve onarın birleşerek ürediği varsayımında da bulunabiliriz.

Van çevresinde dağlarda, Urartulardan kalma kapılar var. Tanrıların bu kapılardan geldiğine inanılıyordu. Bu geleneği yaşatmak için hala dağlara kapı yapanlar var.

*Taşkapı olarak bilinen yapı, Van’ın 5 kilometre kuzeydoğusunda, Akköprü Mahallesi’ndedir. Kayaya oyularak iki dikey dikdörtgen çerçeve içine alınmış ve yüzeyinde Urartu çivi yazıları bulunan bir kaya nişidir.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Göbeklitepe gizemli bir yer ve onu çözmeye çalışırken tarih, coğrafya, sanat ve farklı bilim kollarından faydalanmak gerekiyor. Geniş ve olabildiğince özgür düşünmek gerekli.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir