La Recolte Du Monde, 3. Sayısında OTAT Bakliyat’ın sahibi Cavit Memiş’i ağırlıyor. Babadan devraldığı mesleği son 10 yıldır OTAT Markası altında sürdüren Cavit Memiş ile samimi bir sohbet gerçekleştirdik. Ailesinin 45 yıllık ticari geçmişini bugün kendi markasında kullanan Memiş, Bakliyatın ilk kurulduğu yıllardaki durumundan bugününe; Komisyonculuk mesleği hakkındaki fikirlerine kadar pek çok konuda bizimle fikirlerini paylaştı.
OTAT Bakliyat’ın sahibi Cavit Memiş ile yaptığımız ezber bozduran röportajımız başlıyor:
Sizi tanıyabilir miyiz?
1969 yılında Muş’ta doğdum. 1986’da gıda maddelerini toptan pazarlayarak sektöre adım attık. 2005 yılında aile şirketinden ayrıldım ve OTAT Bakliyat çatısı altında sektöre hizmeti sürdürmekteyim.
OTAT Bakliyattan bahseder misiniz?
OTAT Bakliyat 5000 m2 kapalı alana kurulmuştur. Kırmızı mercimek işleme tesisimiz bulunmaktadır. Bakliyatın hemen hemen her çeşidi ile ilgiliyiz ancak öncelikli 4 ürünümüz var: Nohut, mercimek, pirinç, fasulye.
Bundan 10 yıl önce yola ilk çıktığımız yıl 5.000TL ciro yapıyorduk. Her yıl %10-15 oranında artışı hedefledik. Planlı ve sakin ilerledik. Şimdi yıllık ciromuz 45.000TL. Yapısal Olarak aynı mantıklla büyümeyi sürdüreceğiz.
OTAT’ın bünyesinde 40 kişi çalışıyor. Sayı da ciro gibi her yıl artıyor. Ürettikçe ve kazandıkça istihdam ediyoruz. Bu da gurur verici.
Yeni eleme makineleri temin ederek kapasitenizi artırdınız. Yılda kaç ton ürün üretiyorsunuz, bu gelişme ile kaç ton üretim yapacaksınız?
Her sene kapasitemi %10-15 oranında artırarak ilerliyorum. Mercimek tesisimden yılda 15- 20 Ton üretim yapıyordum. Şimdi yeni tesisimle bu sayı 25- 30 Tona çıkacak.
OTAT Bakliyat olarak iddialı olduğunuz bu dört ürünü nerelerden temin ediyorsunuz?
Fasulyeyi İç Anadolu’dan temin ediyoruz. Özellikle Konya ve Kırşehir. Nohut yine İç Anadolu’dan geliyor. Kırmızı Mercimek, Güney Doğu Anadolu’dan gelir; Gazi Antep, Şanlı Urfa, Diyarbakır ve Mardin. Bence, o bölge dünyanın en kıymetli mahsullerini verir. Ayrıca, Konya “Beyşehir malı” denilen bir kırmızı mercimek türünü verir.
Cavit Bey, sizce bu ürünlerin bu yılki tahmini rekolteleri ne olur?
350- 400 Bin Ton Kırmızı Mercimek, 200- 250 Bin Ton Fasulye, 200- 250 Bin Ton Nohut, 700- 800 Bin Ton Pirinç, çeltik çıkar dite düşünüyorum. Tabi bunlar benim öngörülerim Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinden bahsetmiyorum.
Ürünleri hep yurtiçinden mi temin ediyorsunuz yoksa ithal ettiğiniz ürünler var mı? Sizce bir tarım ülkesi olarak neden ithal etme ihtiyacı duyuyoruz?
Öncelikle ürün ithal ediyoruz. Ancak bu ithal konusu bence her zaman yeterli üretmemekle bağlantılı değil. Yeme kültürümüz değişti. Tüketicinin beklentileri, alışkanlıkları değişti. Şimdi müşteri raflarda her şeyi görmek istiyor. Ve her ürün de her mevsim raflardaki yerini alıyor. Biz dört mevsimi yaşayan bir ülkeyiz. Farklı ürünleri farklı mevsimlerde yetiştiriyoruz; rekolteler değişken.
Mesela; Biz de fasulye mevsimi geçtiğinde Arjantin’de başlıyor. Biz de iç piyasadaki açığı kapamak için oradan ithal ediyoruz. Ya da Kanada’da eylülde mal çıkıyor bizimki mayısın 25’inde. Biz de alım- satım gerçekleştiriyoruz.
Dünyada düzen böyle işliyor: Bazen ihraç ediyor bazen ise çekiyoruz!
Daha önce bahsettiğim dört ürün için ithal ettiğim ülkeler için ise şöyle: Fasulye: Mısır, Kırgızistan, ABD, Kanada, Arjantin. Nohut: Rusya, Hindistan, Meksika, Amerika, Kanada. Kırmızı Mercimek: Kanada. Pirinç- Çeltik: Çin vb. Yani üretim dönemlerimizdeki farklılıktan dolayı da ithal ediyoruz!
Peki, Halk arasında yıllardan beri şöyle bir şey konuşulur: “iyi ürünler ihraç edilir ve daha az iyi ürünler de iç piyasada satılır.” Siz buna katılıyor musunuz?
Gıda sektöründe genelleme yapmamak gerek. Eskiden halkımız yapısı küçük olan nohut tüketirdi. Ancak şimdi iri ve iyi kalite olan Meksika Nohutunu iç piyasada tüketiyoruz. Ufakları ise dışarıya satıyoruz. Bunun taleple de ilgisi olabilir ancak, daha kaliteli ürün tükettiğimiz ortada. Ayrıca, özellikle kırmızı mercimek ve nohutta kaliteliyiz. Bu da bence ekonomideki iyileşmenin bir kanıtı: Ülke ekonomik olarak güçlendikçe iyi ürünler içeride tüketilir.
OTAT Bakliyat hangi ülkelere ürün ihraç ediyor?
İngiltere, Almanya, Avrupa Ülkeleri. Hem Otat markasını ulaştırıyoruz hem de başka markalar altında satışa sunulabiliyor. Arap ülkelerine satıyoruz: Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan’a satılıyor.
Sizin sektörel bir konuda fikrinizi almak istiyorum. Bakliyat sektöründe hizmet veren komisyoncular ve komisyonculuk mesleği ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Varolması gereken bir meslek dalı. Nihai üretici ile işletmeci arasında işleri kolaylaştırmak adına olmalı. Bakliyat alanında her ülkede komisyoncu yok ancak, bizim ülkemizde sürecin sağlıklı işlemesini sağlıyor. Çünkü diyalog güçlü oluyor ve sorumluluğu bölüşüyor.
Sizce Türkiye’de bakliyat sektörünün ilk akla gelen sorunu nedir?
“Lisans sorunu” Bakliyatçılık mesleğini yapmak isteyenleri ölçen devlet eliyle konmuş kriterler yok. İsteyen herkes bakliyatçılık yapabiliyor. Örn: Mersin’de bu sektörde iş yapmak isteyen girişimcinin Mersin Ticaret Borsası’na kayıt olması yeterli. Nereden geldi? Ne kadar sermayesi var? Geçmişinde bu işi yapmış mı, tecrübe sahibi mi? hiçbirine bakılmıyor. Bu da sektörü kalite anlamında aşağı çekiyor.
Ayrıca sektörü kontrol etmek konusunda da sıkıntılar var. Yurtdışında devlet planlama ve denetim işini çok iyi yapıyor. Biz de denetim eksik. Örn: benim ürünü alıp paketiyle markasıyla birebir başka bir yerde satıyor. Nihai alıcı, bu mal nerden geldi demiyor. Ancak 2000 yılından beri ürününün marka hakları sen de saklı ve marka hakkını arayabiliyorsun. Buna sıkı denetim de eklenirse her şey daha iyi olacak.
Devlet tarım politikalarından memnun musunuz?
Ülkemizde şu son 5 yılda tohum ıslahı konusunda gelişme kaydedildiğini düşünüyorum. Çiftçiye desteklerle makineleşmede arttı. Mahsulün taşını, çöpünü de eleyerek bize gönderen çiftçi var.
Peki çiftçi tesis kurarak neredeyse ürünü pakete hazır hale getiriyorsa ileride sizin işinizi de yapabilecek boyuta gelir mi?
Eğer sektörde ileriki zamanlarda öyle bir gelişme olursa biz de yeni sahalara yöneliriz. Dünyada arz- talep dengeleri sürekli değişiyor. Kadın işgücü artıyor ve yeme- içme kültürüne pratik olan damgasını vuruyor. O zaman bu talebe biz de konserve üretimi ile cevap veririz. Avrupa’da bakliyat ürünlerini konserve tüketmek çok revaçta. Biz de de bu yaşanabilir ve o işe girebiliriz.
Mersin’in bakliyat piyasasındaki önemi nedir?
Mersin olmadan Türkiye’de bakliyat sektörü olmaz. Dünya Mersin’i biliyor. Buraya gelen talep sahibi makinesinden üretimine kadar başka yere bakmaya ihtiyaç duymadan her ihtiyacını karşılayıp gidebilir. Her şeyi bir arada bulabildiğin böyle bir kurulu sistem kaç şehir var ki.
Ürünlerinizin kalite- kontrol sisteminden bahseder misiniz?
Dışarı ülkelerden gelen ürünlerin sağlık ve kalite durumunu devlet denetliyor. TÜBİTAK Standartlarına uygunluk aranıyor. Ama iç piyasadan temin edilmiş bir ürünse biz laboratuvarlarımızda test ediyoruz. Yine TÜBİTAK’ın kurallarına uygunluk arıyoruz: oran- kalibre vb. değerlerine bakıyoruz.
En son olarak da ürünü en uygun şekilde pişirip biz yiyiyor ve test ediyoruz. Ürününü yiyerek denemezsen ve olduğundan emin olmazsan savunamazsın da. Son aşamada basit ama etkili bir yöntem.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Mersin’de şimdi sistemini kurmuş ve makineleşmiş fabrikalar var. Ama hep böyle değildi. 70’li yıllarda sektörün en eskilerinden Mehmet Bayamtaş, Katır ile Suriye’ye bakliyat götürmüş. Şimdi üretim, saklama- paketleme- dağıtım alanlarında son teknolojiyi kullanan bir sektörüz. Bu sistemi Mersin’in girişimci ruhlu fabrika sahipleri, esnaflar kurdu. Mersin bakliyat alanında daha nice başarıların kalesi olacak.