Göbeklitepe’nin Üzerini Şefkatle Örttüler

La Recolte Du Monde Dergisi’nin 23. Sayısı’nda Göbeklitepe ile ilgili önemli kitaplar yazan bir ismi ağırlıyoruz: Değerli Araştırmacı Yazar Levent Sepici.

Sepici, “Bence, Göbeklitepe’deki atalarımız Tanrı inancına zaten sahiplermiş. O’na yaklaşma ve kutsallaşma hedefiyle, ritüellerini uygulayabilmek ve insanı eğitebilmek için bu yapıları yapmışlar.” dedi.

Levent Bey sizi tanıyabilir miyiz?

1961 yılında İzmit’te doğdum. Evliyim ve 21 yaşında bir oğlum var. 1982 yılında İnşaat Mühendisi olarak eğitimimi tamamladım.  Küçük yaşımdan beri özel ilgi alanım olan “yazılı olmayan tarih” üzerine çeşitli araştırmalar yaptım. 2000’li yıllardan itibaren Göbekli Tepe kazıları ile ilgilendim. Bu konuda çeşitli sempozyumlara katıldım. Göbeklitepe üzerinde araştırmalarımı derinleştirdim ve değişik platformlarda konu hakkında konferanslar verdim. 2013 yılında ilk kitabım yayınlandı. Kaynak kitap olarak kabul gören ilk kitabım, 2014 yılında İngilizceye çevrildi. İngilizce olarak Amerika, Avrupa ve Japonya’da e- kitap olarak yayınlanmaktadır. 2019 yılında Göbeklitepe’nin felsefesini ve kullanılan sembollerin açıklamalarını içeren “Kadim Uygarlık  Göbeklitepe” isimli ikinci kitabım yayımlandı.Göbeklitepe’nin sonraki kuşaklara bozulmadan aktarılabilmesi için bir de “Libretto” yazdım. Bu Libretto ile Göbeklitepe’nin evrensel bir dil olan müzik ve sahne gösterisi ile ülkemizden başlayarak tüm dünyada sahnelenmesini amaçlamaktayım. Bu konudaki çalışmalarımı heyecanla sürdürmekteyim.

Göbeklitepe’yi kim, neden yaptı? Neden toprağa gömüp terk etti?

Göbeklitepe, günümüzden 12.000 yıl öncesine ait, “Cilalı Taş Devri” diye tanımlanan dönemde yapılan taş anıtların ortaya çıkarıldığı bir ören yerdir. İlk olarak Alman Arkeolog Prof. Klaus SCHMİDT tarafından bulunmuştur ve Urfa’da, 1996 yılından bu yana arkeolojik kazı çalışmaları devam etmektedir. Çanak- Çömleksiz Neolitik Dönemde yapıldığını, dolayısıyla insanların avcı ve toplayıcı gruplar halinde yaşadığını ve bu dönemde henüz yerleşik düzene geçilmemiş olduğunu biliyoruz. Göbeklitepe’yi anlayabilmek için önce, insan denilen varlığın geçmişine arkeolojik tarih açısından bakmakla başlayalım: Dünyada, günümüzden 7 milyon yıl önce, insan olmaya aday türlerin geliştiğini görüyoruz. Hominid adı verilen bu insanımsıların kendi çabaları ile ayağa kalkarak, el ve beyin becerilerini geliştirmeleri yaklaşık 7 milyon yıl sürmüş.

Günümüzden iki buçuk milyon yıl önce, Afrika’da İnsan olmaya aday atalarımızdan bize en yakını Homo Ergasterler di. Homo Ergaster; vücudunun tüysüz olması, o dönem popülasyonunda en gelişmiş beyne sahip olması, konuşabilmesi, hiyerarşik bir düzene sahip olması, taş baltalar yapabiliyor olması ve avlanabilmesi gibi nedenlerden dolayı “insanın atası” kabul edilmiştir. Göç ederek dünyaya yayılmış ve ayağa kalkıp yürüdüğü için Homo Erektus olarak isimlendirilmiştir. Homo Erektus bir buçuk milyon yıl önce ateşi bilinçli kullanmaya başlamış, böylece fizyolojisi ve yaşam koşullarındaki değişikliğe bağlı olarak Homo Erektus’dan birçok ırk türemiştir.

Homo Heidelbergensis, Neandartel gibi türler, nesillerini devam ettirememiş, bizim atamız kabul edilen ve 300.000 yıl öncesine ait bulguların olduğu Homo Sapiens neslini sürdürebilmiştir. Tarihçilerin üzerinde tartıştığı konu; Neandartel gibi en dayanıklı canlı kabul edilen ırkın neslini devam ettiremeyip Homo Sapiensin bunu nasıl başardığıdır: Homo Sapiens’in hayal kurabildiği, gelecekle ilgili plan yapabildiği diğerlerinin ise bunları yapamadığı gibi teoriler olsa da benim fikrim; Homo Sapiens’in  “şefkat” denen duygunun farkına vararak bunun sayesinde neslini sürdürebildiğidir.

Homo Sapiens’in izini sürdüğümüzde; “Avcı ve Toplayıcı” olarak yaşadığı, yani bulunduğu bölgede biten av ve yemişlerin peşinde, yeni bölgelere sürekli göç ederek, bir yerde sürekli barınmadan yaşadığıdır. Klasik tarih anlatımına göre avcı ve toplayıcılar, henüz insan vasfını kazanamamış, yapabildiği basit taş silah ve aletlerle yaşamını sürdürebilen gruplardır.

Homu Sapiens’in 30.000 yıl önce Anadolu’da izlerine rastlıyoruz.20.000 yıl önce yabani buğdayla tanışmışlar:  Homo Sapiens’in 15.000 yıl öncesine ait Güney Amerika’da izleri var, yani oralara kadar dünyaya yayılmışlar. 10.000 yıl önce hayvanları evcilleştirip, hayvanlarla birlikte avcı ve toplayıcı yaşamı sürdürmüşler. 9.000 yıl önce çok önemli bir değişim gerçekleşmiş. Yabani buğday Einkorn’u ıslah etmişler. Buğdayı ıslah ettikten sonra da tarım yapmaya başlamışlar, ihtiyaçlarını topraktan karşılayabilmişler, avcı ve toplayıcı dönemi bitirip, yerleşik döneme yani Neolitik döneme başlamışlar. Neolitik dönemde kalabalıklaşmışlar; kalabalıklaşınca da ahlak problemleri doğmuş ve din olgusu gelişmiş. Klasik tarih bize böyle anlatıyor. It will be a bit of a classic, but they adopted the main idea, “good people don’t go to heaven, heaven comes where good people are.”

Ancak Göbeklitepe bu klasik tarih anlatımını bozmaktadır. Karşımızda 12.000 yaşında avcı ve toplayıcılarca yapılmış “Ritüelik inanç merkezleri” var: Homo Sapiens henüz avcı ve toplayıcıyken ve klasik tarih öğretisine göre henüz insan vasfını tam kazanamamışken yapılmış bu yapılar.

Bu sayede, binlerce yıl sonra bu paha biçilmez değerleri bize ulaştırmayı başarmışlar. 12.000 yıl öncesine ait tek kayıt sanat: Göbeklitepe’nin anlamı ancak ezoterik, sembolik olarak anlaşılabilir. Atalarımız maddeyi mana ile buluşturmuş sembollerle, sanatla konuşmuşlar. O gün düşünüp hissettiklerini, inançlarını ve bu inancın ritüellerini uygulayabilmek için bu yapıları inşa etmişler. Soyutu somutla buluşturup sanatsal ifadeler ile sembolleri kullanarak anlatmışlar. İnanç ile bilimi buluşturmuşlar. Yani inisiyasyon merkezleri yapmışlar.

Kamil olabilmek için yani hikmetli akıla ulaşabilmek için, insanı insan yapmak için, huzurlu yaşam ve neslin devam edebilmesi için şefkatin içimizde var edilmesini, bu sayede kamil insana ulaşılabileceğini anlatmaya çalışmışlar. Bilgi yetmez demişler. “İnsanı kamil yapan hikmettir” demişler. Biraz klasik olacak ama “iyi insanlar cennete gitmez, cennet iyi insanların olduğu yere gelirmiş.” Ana fikriyle donanmışlar. Neslimizin yakın zamanda sona ereceğini öğrensek gelecek kuşaklara ne bırakırdık: Nerede bırakırdık; nasıl bırakırdık ya da bir şey bırakır mıydık? Bırakmak için uğraşır mıydık? O kadar emin miyiz kendimizden; inancımızdan, doğruluğumuzdan, kendimizden, bilgimizden, bildiğimizden? Göbeklitepe’deki atalarımız gelecek kuşaklara bırakmışlar. İnandıklarını, bildiklerini, bulduklarını, hissettiklerini sonraki kuşaklara ulaştırmışlar.

En yüksek tepenin üzerinde toprak dolgu tepeyle omfalos yaratmışlar. Omfalos göbek demektir. Yani Tanrının ilk ruhundan üfleyip can verdiği anne karnında ruhu yarattığı yerdir. Tanrı ile iletişimin kurulduğu yerdir. Hz. Yakup’un rüyasında gördüğü merdivenden inen çıkan melekler ile sembolize edilen ve uyandığında başını koyduğu taşı dikip, “Burası Tanrının evidir. Bu taşta omfalostur.” dediği gibi, Tanrı ile iletişimin daha kuvvetli olduğu enerjisel titreşimin insan ile uyumunun, salınımının dengede olduğu yerdir. Nasıl deprem salınımının binanın salınımıyla dengede olması gerekiyorsa. Bina ne kadar rijit olursa olsun salınımdaki dengeyi kuramazsanız o bina yıkılırsa, insanda topraktan gelen enerjiyi bedeninde dengelerse, huzur ve tefekkür içinde derinleşebilir. En sevdiğinizin ölmüş bedeniyle ne kadar bir arada kalabilirsiniz ki ama toprak onu da her şeyi kabul eder. Onun için şefkatin, yaratılışın, başlangıcın ve sonun simgesi olarak kabul edilir. Toprakla örtmeleri de; sembolik olarak bize Göbeklitepe’nin Tanrı ile iletişim kurulan, ruhun ilk üflenmesiyle annenin o şefkati içinde hissetmesi gibi anlatılmaya çalışılan şeydir.

Dünyanın en eski buğdayı einkorn orada mı bulundu? Nasıl keşfettiler ve nasıl ehlileştirip ektiler?

Günümüzde kullanılan 300 çeşit buğday türü vardır. Genetik dizilimine baktığımızda hepsinin atasının Einkorn denen yabani buğday olduğu biliniyor. Einkorn yeryüzünde sadece Urfa, Karacadağ eteklerinde çıkıyor. Günümüzde de Karacadağ eteğinde Einkorn kendiliğinden yetişiyor.

Islah edilmiş buğday ile yabani buğday arasındaki fark şu; Yabani buğday olgunlaştığında tohumları sapa bağlayan kök hücreler ölüyor. Rüzgâr ile tohumlar savrulup gidiyor. Yani hasat etmek, tarım yapmak mümkün olmuyor. Islah edilen buğdaylarda ise olgunlaştığında, tohumları sapa bağlayan kök hücreler ölmüyor. Tohumlar sapın üzerinde kalıyor. Yani hasat edilip tarım yapılabiliyor. Bunu sağlayan tek bir gendir.  Ancak o geni kaldırmak ıslaha yetmiyor.

EİNKORN’u ıslah etmek için bugün ciddi araştırmalar yapılıyor. Laboratuvarlarda ıslah çalışmaları yapılıyor. Özellikle İsrail bu konuda ciddi araştırmalar yapıyor. Ancak günümüz laboratuvar koşullarında dahi Einkorn’u ıslah etmeyi henüz başaramadık. Atalarımız bunu nasıl yapmışlar, nasıl başarmışlar bilmiyoruz.

Tarihçiler ve bilim insanları bunu tesadüf olarak yorumluyor. Mevsim ve toprak koşullarının denk geldiğini söylüyorlar. Bu yorum, bilinmezliği açıklamaya yetmiyor.

Göbeklitepe bir inanç alanı ise, “İnsanın, Tanrıyı arama güdüsünü destekliyor.” diyebilir miyiz?

Bir şeyin varlığından söz edebilmemiz için onun öncesi olmalı. Mesela benim varlığımdan söz edebilmemiz için benim annem ve babam olmalı. Göbeklitepe öncesinde olgunlaşan düşünce ve inanç sisteminin o noktada vücut bulmuş hali demek daha doğru olur. Yani insanın öncesinde içinde geliştirdiğini Göbeklitepe’de aşikâr etmişler. Göbeklitepe’deki atalarımız Tanrı inancına zaten sahiplermiş. O’na yaklaşma ve kutsallaşma hedefiyle, ritüellerini uygulayabilmek ve insanı eğitebilmek için bu yapıları yapmışlar.

Göbeklitepe’de ölüm kültü mü var? Şifa merkezi miydi? Şaman Grupları var mıydı?

O dönemde ateş, hava, su ve toprak kutsal kabul edildiği için ölülerini gömmüyorlar, yakmıyorlar, suya atmıyorlardı. Yüksek bir yerde vahşi hayvanların telefatına bırakıyorlardı. Ama önemli nokta telefat sonrası özellikle kutsal, önemli kişilerin kafataslarını saklıyorlardı.

Bu kültü Çatalhöyük ve sonrasında da özellikle Anadolu kültünde görüyoruz. Çatalhöyük’te evlerin altlarında kafataslarını saklamışlar. Anadolu adetlerine de girmiştir. Eve girerken eşiğe basılmaz. Çünkü eşiğin altında o evin kutsal kişisinin kafatası gömülü olabilir. Kafatası saklama kültü bize ölüm sonrası yaşama inanıldığını, ruhun ölmezliğine olan inancı gösteriyor. Bütün inanç sistemlerinde hedef “Miraç” tır. Yani Tanrıya yaklaşabilmek onunla buluşabilmektir. Göbekli Tepe’de bıngıldak kısımları delinmiş kafatasları bulundu. Bu bize değişik kültlerdeki miraç hikayelerinin nereden geldiğini (Göbeklitepe’den) gösteriyor.

En son miraç alegorisi de Hz. Muhammed’in miracıdır. Melekle yükselirler. Sidrei Münteha’ya geldiklerinde Cebrail Melek, ben buradan ileriye gidemem yoksa yanarım der. Hz. Muhammet neden diye sorar. Cevap ilginçtir: “Buraya kadar bilgiyle bana öğretilenle geldik. Buradan ileri gidebilmek için o bilgiyi terk edip aşk ile gitmek gerekir. O aşk sende var, şimdi tüm öğrendiklerini unut. Hepsini terk et içindeki aşkla yoluna devam et.” der. Hz. Muhammed bilindiği üzere, her şeyi unutup aşk ile yoluna devam edip Tanrı’ya kavuşur.  Kafataslarını delme sebepleri onların öldükten sonra da yollarına devam edebilmeleri için. Tabi ki, atalarımız Hz. Muhammed’in miraç hikayesini okudukları için bunu yapmamışlar, onların bu kült inancı sonraki inanç sistemlerine yayılmış. Göbeklitepe çevresinde ve yakın dönemdeki bulgularda Göbekli Tepe’deki mabetlere benzer yapıların şifa merkezi olarak kullanıldığını görüyoruz:  Bunlardan en önemlisi Nevali Çöri. Kürtçe bir kelime olup “Hastalığın olduğu su yatağı” demek. Yani hastalık ve su ile şifa…

Aslında yukarıda bahsetmeye çalıştığım enerjisel titreşim dengesi ve bunun bağışıklık sistemine etkisi karşımıza çıkıyor. Hinduizmdeki “AUM” sembolizması bize bu şifanın ipuçlarını veriyor. “AUM” Hinduizmde çok önemli bir olgu. Tanrının ilk sesi “OL” “KÜN” gibi ilk iradesi olarak kabul ediliyor. Zikir maksatlı kullanılıyor. Ses bir titreşimdir. Ancak boşlukta titreşim olmaz, ses yani titreşim olabilmesi için ortam gerekir; varlık gerekir. Bu da Tanrının yaratılışı yoktan değil vardan, var ettiğini anlatır.

Yani Tanrı zaten vardır, kendinden bu kainatı var etmiştir. “A” sesi çok kısa frekanslı tiz sestir. Çocuğun ilk doğduğunda çıkardığı ses gibi insanı rahatsız eder; hemen dönüp baktırır; ilgisini çektirir. “U” sesi en uzun mesafeye ulaşabilen frekanslı sestir. “M” sesi ise dudaklar kapalıyken insanı içine döndüren titreşimdir. Hinduizm de bu üç ses tek bir ses gibi alçak sesle “ohm” şeklinde titreştirilmeye çalışılır. Yani “AUM” ile anlatılmak istenen dağın başında tek başına ermek değildir. Yaşamın içindeyken içine dönüp o iç yolculuğu yapabilmektir. Eğer o titreşim bulunduğunuz yerin enerjisiyle uyum sağlar ise, hiçbir hastalıktan etkilenmeyeceğinize, hasta iseniz şifa bulacağınıza inanılır. Göbeklitepe’de ortak özellik dudaksız heykeller yapılmasıdır. Yani ağız var ama dudak yok yani “M” sesi. İçe döndüren o titreşim. Şifa bulduran o titreşim.

Şamanizm doğanın üstün ve mükemmeliyetine olan inançtır. Doğadaki uyum ve dengeyi yaşama aktarabilmeyi, doğaya saygıyı ve onu anlamayı esas alır. Göbeklitepe’deki atalarımızın Tanrı inancına vardıkları anlaşılıyor. Ancak ortak bir nokta var ki, o da kötüyü iyiye evriltme inancıdır. Kötüyle iyinin aslında bir olduğu inancı: Şamanizm de iki tip Kam vardır. Ak kam ve Kara kam. Ak kam, hayır eder,  dua eder ve iyilikle uğraşır. Kara kam ise aslında kötü değildir. Beddua edeni, hayır dua etmeye evriltir. Yani negatif enerji yüklü kişiyi pozitif enerjiye çevirmek için uğraşır. Bu sebeple de negatif enerjiyle yüklenir. Üzerinde yüklenen negatif enerjiyi atabilmek için de ağaçlara sarılır, suya girer ya da kendini toprağa gömer. Hatta derler ki o enerjiyi atabilmek için toprak altında çok uzun süre gömülü kalırlar ta ki et kemikten ayrılıncaya kadar. Özetle Göbekli Tepe’de Tanrı inancı var ve iyi ile kötünün aslında bir olduğu, bir çubuğun iki ucu gibi olduğu, o çubuğu büküp çember yaparsanız iyiliğin ve kötülüğün kalmayacağı anlatılıyor.

Göbekli Tepede, soyutlanmış T sütunlar; 12 Adet oluşu, T sütunlara işlenen hayvanlar, sepet, başsız insan, H vb. figürler, -sembolleri incelemeyi seven- size neyi anlatıyor?

Her bir figürün anlattığı ifade farklı. 12 adet “T” sütun sadece “B” mabedinde var. O mabet günümüzde de hala var olan “SABİİ” inancında erginleştirme, kabul ritüeli için yapılmış sanki. “T” sütun hermetik bir figür. Kolları ve göbek hizasında birleşen elleri ile soyutlama yapılmış ve İnsana benzetilmiş. Çift başlı olması yerin ve göğün bilgisine sahip kutsal kamil kişiyi betimler. Düşey kolu yaşamı, yatay kolu ölümü anlatır; birleştikleri yer de şefkattir.

Tıpkı İsa Peygamberin “T” sütunda çarmıha gerildiğinde, “Tanrım bütün insanların günahlarını bana yükle; onların üstünden lanetini kaldır.” demesindeki şefkat gibi. Ya da yatay kolu sonsuz zamanı, düşey kolu yaşamımızdaki anı gösterir. Yani yaşam aslında ölümle başlar. Anne karnında ölür; bu aleme doğarız gibi. Aslında ölüm yaşamdan önce gelir. Tıpkı Hızır ile Musa’nın yolculuğunda olduğu gibi. Hızır geleceğin bilgisine sahiptir ama öncesinin öğretisini almıştır. İsa Peygamber’e şakirtleri sorar. Bize sonun bilgisini verir misin?  İsa Peygamber şöyle cevap verir: “Ben başlangıçta var mıydım ki, size sonun perdesini aralayayım?”

T Sütunlar üzerindeki figürlere gelecek olursak: Aslan; Nefsin sembolüdür. Domuz; Tufan da kaybolan bilgiyi getirendir. Tilki; Vraki dir; yani kamil kutsal kişinin sembolüdür. Yılan: Hem kötü huyun hem de yüksek bilincin sembolüdür. Boğa; Elif’tir. Yani alfa dan omega ya götürendir. Tanrısaldır. Turna; Ruhun sembolüdür. Yani her bir sembolün temsil ettiği ayrı bir mana vardır. İfadeler bütünde bir hikaye oluşturur. Sepet; Hz. Musa’yı yüzdürmüş bilgiyi var etmiştir. İlimin sembolüdür. Yani Hikmetli Aklın sembolüdür.

Başsız İnsan; hücredir. Yani bedenimiz hücrelerden oluşur. Beyinden gelen komutla iki asli görevini yapar. Ürer ve yok olur. Sürekli tekrarlayan bir dönüşümdedir. Beyinle iletişimi vücudumuzdaki sıvı sağlar. O sıvı kirlenir ve temizleme mekanizmaları (Karaciğer, Böbrek vb.) görevini yapamaz ise beyinle hücre arasındaki iletişim aksar ve hücre özüne döner. Sürekli ürer. Çağımızın vebası kanser böyle oluşur. O figür ereksiyon halinde kafası kesik bir bedendir. Sütundaki her figür, merkeze dönükken o ters tarafa dönüktür. Bu konuda son kitabımdaki sembolik açıklamaları okumanızı öneririm.

Erekte olmuş hayvanlar ne anlatıyor?

Göbeklitepe’deki semboller özellikle eril olarak betimlenmiştir. Yani kadını mabede sokmamışlar. Çünkü mabetlere iki sütun arasından girilmektedir. Kapıların yanlarında sütunlar vardır.  İki sütun arasından girilen mabetlerde kadın olmaz. Kutsal geometriye göre iki sütun arasından girilen mabetler rahimdir. Yani iki sütun arasından girilen mabetlerde kadının içine girilir. Hani yukarda anlatmaya çalıştığım bilinçaltında anne karnında olmak istememiz gibi. İki merkezli iki daire, rahimi ya da balığı sembolize eder. Her ikisi de yeniden doğuşun ve başlangıcın sembolüdür. Özetle, kadında doğuştan var olan anne şefkatine ulaşmak için erkeğin inisiyatik eğitim alması gerekir. Bu konu da çok geniş ve özellikle anlatılması gereken bir konu… Burada sadece değinmiş olalım.

Neden sadece ağacın altındaki buluntuda “doğum yapan kadın” figürü var? Göbeklitepe ve Kadın” size neyi ifade ediyor?

O tabletin yapım tarihi günümüzden 8.000 yıl öncesine aittir. Yani Göbeklitepe’den sonra yapılmıştır. Ana erkil dönemin başlangıcına aittir. Oraya kimin tarafından konulduğu bilinmemektedir. Ayrıca doğum yapmakta olduğu da tartışma konusudur.

Su geçirmez terazzo zemin, kurban ayinleri için miydi? Yoksa su ile ıslatılarak gökyüzü hareketli takip edilmiş ve astronomik bilgiye mi sahip olunmuş? Bu yapılan rütüellerin, Sirius Takım yıldızı ve Atalarımızın oradan geldiğine yönelik yorumla ile bir alakası olabilir mi?

Su geçirmez zeminle ilgili birçok teori bulunmaktadır. En kabul göreni, yıldızların takibi için olduğudur. Sirius yıldızını o dönem de izleyemiyorlarmış. Ama Orion takımyıldızını takip ediyorlarmış.

Göbeklitepe’nin üstü açık mıydı yoksa kapalı mı?

Göbeklitepedeki mabetler TEMENOS dur. Yani üstü açık kutsal alan. Ay mabetleridir. Ay mabetleri tepe de yapılır. Hem gökyüzü izlenir hem ritüeller uygulanır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir