BİLİM SANATÇISI PROF. DR. MUSTAFA BAYRAM

IMG_3431 Mbayram

Gaziantep Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Prof. Dr. Mustafa Bayram, “İnsansız makineler ve fabrikalar dönemine geçiyoruz. Daha güvenli daha az enerji tüketen, birbiri ile haberleşen ve kendi kendine karar verebilen teknolojiler dönemi olacak.”

Mustafa Bey sizi tanıyabilir miyiz?

Yaklaşık 25 yıllık akademisyenlik ve yine 25 yıllık sanayi yaşantısını beraber götürdüğüm keyifli ve bir o kadar hareketli bir kariyer diyebiliriz. Her iki taraftan da çok şey öğrenmiş, her iki tarafa karşılıklı bilgi aktarımı yapılmış bir süreç. En kısa tarihle “Bilim Sanatçısı”. Bilimin evrensel bilgilerini sanayiye taşımaya çalışan bir misyon. Özellikle, inovasyon, AR-GE, gıda ve makine konusunda çalışmalara odaklanmış durumdayım. Bunu da bir meslek değil, bir yaşam şekli olarak benimsedim.

Son zamanlarda bu birikimleri yeni kuşağa aktarmakla ilgili uğraşılarım var. En büyük şansım, akademik hayatım boyunca üzerinde çok çalışma yapılmamış konulara yönelmek oldu. Başta bulgur olmak üzere, gıda makineleri, kuruyemiş, bakliyat, hububat ve değirmencilik konusunda tüm sektörden büyük destekler gördüm. Her bir fabrika, atölye bir nevi kendi laboratuvarım gibi oldu. Yeni şeyleri oralarda deneme şansımız oldu. Eğer bu tip bir güç birliği ve destek olmasaydı, sektörlere yaptığımız katkı olmayacaktı. Bugün bile yeni bir şey denememiz gerektiğinde bütün tesisler hemen kapılarını açarlar. Pek çoğu kendi tesisimiz, laboratuvarımız gibi oldu.  Galiba, bu Türkiye içinde iyi bir model oldu. Üniversite-sanayi işbirliğini biz yıllar önce hiçbir sorun yaşamadan, doğal sürecinde gerçekleştirmiş olduk.

Gaziantep Üniversitesi Target Teknoloji Transfer Ofisi’nin kuruluş amacı ve ürünlerinden bahseder misiniz? TTO Yönetici olarak görev yaptığınız dönemdeki görevinizden özellikle bahseder misiniz?

 Gaziantep Üniversitesi Target Teknoloji Transfer Ofisi, (TTO) TÜBİTAK kanalı ile Türkiye’de kurulan belli başlı TTO’lardan birisidir. Yaklaşık 3-4 yıl önce faaliyetine başladı. Temel hedef, Türkiye’nin ihtiyacı olan bilgi ve teknolojinin artırılması, üniversitelerde üretilen bilginin sanayiye kazandırılmasıdır. Özellikle, Türkiye’deki temel sorun üniversitelerde üretilen bilgi ve ürünlerin sanayiye kazandırılması ve devamında katma değeri yüksek ürünlerin üretilmesindeki sorunların ortadan kaldırılarak daha etkin ve hızlı iş birlikteliklerinin sağlanmasıdır. Bu bağlamda kurulan TTO’lar şuan ilk evrelerini yaşamaktadırlar. Temel hedef bu kurumların kendi ayakları üzerinde durarak üniversite-sanayi iş birlikteliğini sağlamasıdır. TTO’nun kuruluş döneminde ve sonraki sürecinde TTO Yöneticiliğin de temel hedefimizde öncelikle üniversite tarafının sanayiyi, sanayi tarafının da üniversiteyi tanıyarak ortak ne yapılabileceği ile ilgili somut adımlar atmaktı. Özellikle, sanayi şehirlerinin temel ihtiyacı nitelikli bilgi ve ürene, ekonomiye kazandırılabilecek araştırmalardır. İşte o noktada gerek sanayinin ihtiyaç duyduğu bilgi üniversitelerden TTO’lar kanalı ile sanayiye akmaya başladı.

Geliştirdiğiniz 3 adet patentli makine ve 3 adette patent başvurusunda olan makine olduğunu biliyoruz. Patentli makinelerinizin işlevlerinden kısaca bahseder misiniz?

Şuan Türkiye’de üretilen bulgurun kurutulduğu kurutuculardan birisi bu patentli ürünlerden birisidir. Bu patenli makine, düşündüğünüzde yan sektörleri ile beraber milyarlarca dolarlık bir ekonomin bir parçası durumundadır. Bu ürün bizim bulgura ve bulgur sektörüne olan bir borcumuz olarak çok uzun yıllar ve araştırmalar sonucunda ortaya çıkmış bir üründür. İçerinsin de çok büyük bir emek, bilgi ve deneyim vardır. Diğer patentlerin ise prosedürleri devam etmektedir. Resmi prosedürler tamamlandıktan sonra o makinelerde aşama aşama piyasaya sunulacaktır.

Gıda teknolojilerini gelecekte nerede görüyorsunuz? Sizce bugün ütopik gelen ama gelecekte olması olası ne gibi bir icat olur ya da durum yaşanır mı? Somut bir örnek verir misiniz?

Şuan belki yılda yüz bin civarında gıda ile ilgili araştırma yapılıyor. Bu rakam her yıl artarak devam ediyor. Bu araştırmaların bir kısmı ekonomiye kazandırılıyor. Bir kısmı bilimsel bilgi olarak sonraki araştırmalar için kaynak şeklinde kalıyor. Ama gelecekte, gıda teknolojisi özellikle işleme yönünden akıllı teknolojiye doğru dönüşüyor. İnsansız makineler ve fabrikalar dönemine geçiyoruz. Daha güvenli, daha az enerji tüketen, birbiri ile haberleşen ve kendi kendine karar verebilen teknolojiler dönemi olacak. Bu süreç zannedilenden kısa bir zamanda gerçekleşecek. Bugün Sanayi 4.0/Endüstri 4.0 denilen kavram gıda sektörüne de girmiş durumda. İşleme teknolojisi tahminimce bu şekilde gerçekleşecek. Gıda olarak düşündüğümüzde gelecek dönem fonksiyonel gıdalar dönemi olacak. Gıda ve su en kıymetli malzeme olacak. Fiyatları ister istemez artmaya devam edecek. Nitelik olarak doğal gıdalar talep görmeye devam edecek. Ama bu konu tamamen ekonomi ile ilgili. Zenginleşen toplumlar ve bireyler bu şekilde doğal şartlarda yetişmiş gıdaları tercih edecek. Ama ekonomik gücü iyi olmayan insanlar için gıda konusu para konusu ile ilgili.

Gelecekte gıda ve su insanlığın en temel sorunlarından birisi olacaktır. Nüfus arttıkça yeterli ve güvenli gıda ve su bulmak zorlaşıyor. Çok hızlı bir kentleşme var. Kent insanını ürettiğiniz gıda ile doyurmak zorundasınız. Bunun içinde üretimi yapacak insan ve arazi bulmak gerekiyor. Önümüzdeki dönem gerçekten çok zor bir dönem olabilir. Bu sorunları aşmak içinde çok yeni buluşları görebiliriz.

İnsanoğlu var olduğu günden bugüne belli dönemlerde ciddi açlık sorunları çekmiştir. Son yüz yılda gıda ve tarımdaki müthiş gelişmeler sayesinde dünyanın gelişmiş kısmı gıda için bolluk içinde yaşadı. Ancak bu bolluk dönemi herkes için biraz daha zor bir döneme dönüşebilir.

Gaziantep’te üniversite sanayi işbirliğinin örneklerini sıkça görüyoruz. Sizin katkınız büyük. Bu işbirliklerinin faydası üzerine görüşlerini alabilir miyiz? Gaziantep Üniversitesi ve özel sektör yeni işlere imza atacak mı? Bilginiz varsa bizimle paylaşır mısınız?

Gaziantep Türkiye’nin en önemli sanayi şehirlerinden birisidir. Şehirde yatırımcı ruh çok iyi durumdadır.  Şehir tam bir girişimci tarlası gibi, güzel ürün veriyor. Ancak bu şehrin ciddi bir nitelikli insan gücüne ve bilgiye ihtiyacı var. Son dönemde ise bilgi en önemli başlıklardan birisi durumundadır. Türkiye’de iyi beyinler hep batı şehirlerinde yaşamak istiyor ya da yurtdışında bir hayat kurmak istiyor. Bu ülkenin en değerli şeyi bilgi ve bu beyinler. Gaziantep de bu kısır döngünün içinde maalesef. Şehir sanayisini besleyecek tek kurum neredeyse üniversite. Bu sebeple, üniversite her zaman sanayinin içinde olmak zorundadır. İntörn Mühendislik bu sebeple Gaziantep ilk defa başarılı bir şekilde uygulanabildi. Ayrıca, diğer konularda da sanayi veya şehirle beraber işler yapmak için çaba gösteriyor.

Şehir ve üniversite(ler) her zaman birlikte hareket etmek zorundadır. Birbirinden beslenirler. Aksini düşünmek şehirleri ve üniversiteleri geriye götürür. Bu sebeple, her zaman yeni şeyler yapmak için iki tarafından hazır ve istekli olması gerekir.

Dünyada 50 yıl sonra 9 milyar insanın yaşayacağını ve insanların beslenmek için bazı böcek türlerini tüketeceklerine yönelik 2014 yılında basına verdiğiniz bir demece rastladık. Bu öngörünüzden hareketle sormak istiyorum. Tahıl depolama sistemlerindeki gelişmeler, teknolojideki yenilikler ürünü daha uzun süre muhafaza etmeyi sağlayabilir mi? Belki böcek yerine tahıl yeriz, Ne dersiniz?

Tahıl ve bakliyat insanlığın tarım devrimi gerçekleştirdikten sonra her zaman temel gıdaları olmuştur. Ancak dünyada süt ve et tüketiminde ciddi bir talep vardır. Et talebindeki artış ister istemez karşılanmak zorunda. Yapılan hesaplamalara göre artan bu nüfusu, büyük ve küçükbaş hayvanlarla karşılamaya çalıştığımızda bu hayvanları beslemek içinde büyük bir yem talebi ortaya çıkıyor. Bunun yanı sıra bu hayvanlardan kaynaklı karbondioksit salınımı da diğer bir çevre riski konusu durumundadır. Bunun için et ihtiyacını farklı kaynaklardan sağlamak şuan dünyada tartışılan bir konu. Şuan dünyada 2 milyar civarındaki insan zaten böcek yiyor. Bu yeni bir şey veya “Aman Allah’ım, böyle birşey olabilir mi?”  denilecek şey değil. Yüzyıllar boyunca savaş dönemlerinde, kıtlık dönemlerinde, açlık dönemlerinde insanlar bu canlıları gıda olarak zaten kullanmış ve hala da kullanmaktadır. Böcekler, hızlı üreyebiliyor, az besinle çok et verebiliyor ve çevreye de bu süreçte zarar vermeyen canlılar. Umarımın ki, hiçbirimiz böcek yemek zorunda kalmayız ama dunun için de dünya ile barışık şekilde yaşamayı öğrenmek zorundayız. Gün gelir dünya silkelenirse, hepimiz onun üzerinden düşeriz.

Bu bağlamda, tahıl ve bakliyat ayrı bir kulvarda olmak zorunda ama et için yeni çözümler bulunması gerekiyor.

Türkiye’de nehir ve akarsularda taşımacılık yapılabilir mi? Sorusunun yanıtını verdiğiniz bir makaleye rastladım. Burada da sormak istiyorum, sizce Türkiye’de lojistik nehirlere taşınabilir mi? 

Bunun başarılması gerekiyor. Şuan pek çok iç şehirlerde ya hammadde yetişiyor ya da endüstri kurulmuş durumda. Bu şehirlerin en büyük sorunu lojistik ve lojistik maliyetler. Şuan karayolu ile yapılan lojistik çok maliyetli. Özellikle ürünlerin maliyetlerinde lojistik maliyetler önemli bir paya sahip olmaya başladı. Kara taşımacılığında tren en iyi çözümlerden birisi, ama o da bizde yetersiz. Kıyı şehirlerinde limanlar var ama kıyı şehirlerimiz güneyde ya turizm bölgesi ya da kuzeyde olduğu gibi sanayi için arazi yetersiz. Bunun içinde ucuz deniz lojistiğinden ve ucuz kara lojistiğinden yararlanamıyoruz. Üzerinde pek kafa yormadığımız diğer konu nehir lojistiği. Bu gün Hollanda, Kanada, ABD gibi ülkeler de nehirler civarında sanayi tesisleri bulunur ve bu tesisler lojistiğini nehirler vasıtası ile yapar. Bizde de coğrafi olarak uygun olan kanalların, nehirlerin bu şekilde değerlendirilmesi bence yapılması gereken bir konu. Düşünsenize Fırat ve Dicle gibi nehirlerle güneydoğu sanayisini bu şekilde Basra’ya kadar bağlayabilirsiniz. Bu yol üzerinde bulunan tüm ülkeler ve şehirler sizin otomatik pazarınız haline gelir. Tabi bu konu uluslararası ilişkilerle de ilişkilidir. Bu yollar bu coğrafyanın kaderini bile değiştirebilir. Ama tabi ki bu konu teknik olarak çalışılması gereken de bir konu. Ya da Kızılırmak, Yeşilırmak ile Karadenize bağlayabileceğiniz şehir ticaretlerini düşündüğümüzde muhteşem bir gelecek ortaya çıkıyor.

Makarnanın Orta Asya kökenli bir yiyecek olduğuna dair verdiğiniz demeçlere rastladım. Konuyu kısaca özetleyerek okuyucularımızı bir de burada aydınlatır mısınız?

Makarnanın kökeni aslında Anadolu’da bildiğimiz erişte veya şimdi noodle olarak bildiğimiz ürünlerdir. Erişte ve noodle Orta Asya ve Uzak Asya kültürüne ait bir yiyecektir. Hala noodle uzakdoğunun en önemli ekonomik değere sahip ürünü halindedir. Binlerce yıllık bir geçmişi bu topraklardadır. Asyanın ticari keşfi ile başlayan süreçte Avrupa’nın özellikle İtalyanların erişte/noodle tanıyarak onu kendi ülkelerine taşımaları ile bugünkü makarnanın hikayesi de değişmeye başlamıştır. Artık, makarna İtalyan bir lezzet olarak biliniyor. Katma değeri İtalyan ekonomisi için çok önemli durumda. Bizde makarna ucuz ürün olarak bilinir ama dünyanın her hangi bir yerinde İtalyan makarnası yemek istediğiniz de ciddi paralar ödersiniz. Hem ekonomik değeri hem de İtalya’nın lezzet markası haline gelen makarnayı, biz bir türlü yerine oturtamadık. Üretimimiz çok fazla, tüketimimiz çok düşük, ihracat bazlı satıştan elde ettiğimiz kar ise çok düşük. Beni bu durum çok üzüyor.

Bu sayımızda kapak konumuz Mersin, Mersin Limanı ve Antrepoculuk, bakliyat ürünlerinin transferi (lojistiği) öncesinde kullanılan antrepolar ile ilgili bilginiz ve söylemek istedikleriniz var mı?

Mersin lojistik konusunda sadece Türkiye’nin değil, dünyanın göz bebeği olan bir liman şehri. Özellikle Akdeniz, Ortadoğu ve Hint okyanusu için çok stratejik bir liman, bir değer. Zaten, son yıllarda Anadolu’da yatırımların Mersin’e kaymaya başlaması ve yeni Organize Sanayi Bölgesinin hemen dolması ile bu özelliğini zaten ortaya koymuş oldu. Bundan sonra Mersin limanın stratejik beslenmesi söz konusu olacak. Liman hizmetleri, Antrepolar, üretim tesisleri, Mersin’i önemli bir ticaret alanı haline getirmeye devam edecektir. Tabi bu noktada uluslararası lojistiğin güzergâhları ve Mersin’in bu döngü içerine girmeye devam etmesi gerekiyor. Mersin’i kendisi, Adana, Gaziantep ve diğer civar illerdeki sanayi ve ticaret besliyor. Ancak, İskenderun limanı Mersin’in durumunu etkileyebilecek durumda. Özelikle İskenderun limanının beslemesini yapan Osmaniye Sanayi Bölgesi ve yakında yeni açılacak olan Gaziantep-Dörtyol tüneli ile tahminim Gaziantep Sanayisi lojistik olarak İskenderun Limanını tercih etmeye başlayacaktır. Bu bağlamda Mersin limanı ve lojistiği için yeni argümanlar bulmak gerekecektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir